Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, vefatının 70. yıldönümünde düzenlenen törenlerle andık. Valilik binası önündeki Atatürk Anıtına çelenklerin sunulması ile başlayan anma töreni Muş Kültür ve Turizm Müdürlüğünde devam etti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete intikalinin 70. yıldönümünde özlemle andık.
Valilik binası önündeki Atatürk Anıtına çelenklerin sunulması ile başlayan anma programına Vali Erdoğan Bektaş, Garnizon Komutanı Tuğgeneral Burhabettin Aktı ve Belediye Başkan Vekili Deniz Memiş, Cumhuriyet Başsavcısı Feridun Süzer, Emniyet Müdürü Şükrü Rafet Mert, kamu kurum amirleri, öğretmenler ve askerler katıldı.
Çelenklerin protokol sıralamasına göre anıt önündeki yerlerine konulmasından sonra, saat 09.05’de Atatürk’ün manevi huzurunda iki dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Belediye ve İl Sivil savunma Müdürlüğü sirenleri ile tüm kamu kurum ve kuruluşlarına ait otolar ve sivil otolar 2 dakikalık saygı duruşu süresince siren çaldı. İstiklal Marşı okundu. İstiklal Marşının ikinci kıtasından sonra bayraklar yarıya indirildi.
ATATÜRK’ÜN ASKERİ YÖNÜ
Atatürk’ü Anma programı daha sonra Kültür ve Turizm Müdürlüğünde devam etti. Saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasından sonra Atatürk’ün askeri yönü konulu konuşmayı Kurmay Binbaşı Orhan Akdoğan yaptı.
Slayt gösteri ile Atatürk’ün askeri yönünü anlatan Kurmay Binbaşı Akdoğan, “bir ışık yakmak gerekiyordu, Türk milletinin 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru kararan günlerine. Bir ışık tutmak gerekiyordu, uzun tarih yolunun en eski yolcularından biri olan büyük Türk milletinin önüne. Bir umut gerekiyordu, yürekleri en yüksek utkulara inandırmak için. Artık bitti denilen bir milleti, yeniden ayağa kaldırmak için. Bir inat gerekiyordu; tükenmişlikten, umutsuzluktan, yokluktan yeni bir millet yaratmak için. Çağdaş bir var oluş destanı yazmak için. Işık 1881 yılında Selanik’te yanmaya başladı. O zamanki imparatorluk coğrafyasının değişik köşelerinde yanmaya devam etti. Ve o çıktı tarih sahnesine, tarihin altın sayfalarının en başında yerini alan Ulu Önder, büyük dahi Mustafa Kemal Atatürk” dedi.
“19 Mayıs 1919’da “benim için en büyük sığınak ve şefkat kaynağı milletimin sinesidir” diyerek, milletin kalbine giden bir yolculuğa çıktı. Bu yolculuğa çıkarken dayandığı mesnet “millet” gerçeği idi. samsun’a ayak bastığında tespit ettiği milli hedef; “milli bir devlet” kurmaktı” diyen Kurmay Binbaşı Orhan Akdoğan daha sonra şöyle devam etti: Amasya’da, Erzurum’da ve Sivas’ta milleti toparlama ve tespit edilen milli hedefe ulaşmak için gerekli milli güç unsurlarını oluşturma çalışmalarını tamamladı. Ve 23 Nisan 1920’de Ankara’da tüm milleti aydınlatacak bir güce ulaştı. O’nun dehasını Lloyd George şu sözleriyle dünyaya ilan etti: “arkadaşlar! Asırlar pek nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki, 9 büyük dahiyi, asrımızda Türk milleti yetiştirdi. Mustafa kemal’in dehasına karşı elden ne gelir ki!” Askerliğin uygulamalarında strateji vardır, taktik vardır, hesap vardır. Atatürk, yaşamında önce askerlik mesleğini seçti. O önce subay olarak işe başladı ve sonra komutanlık basamaklarında yükseldi. Daha sonra da pek az kişiye nasip olduğu üzere devlet adamı olarak yaşantısını tamamladı. Mustafa Kemal’in yıldızı önce Trablusgarp’ta, sonra Çanakkale’de, Kafkasya’da, Filistin cephelerinde parlamış, Sakarya ve Afyon-Dumlupınar meydan muharebelerinde doruk noktasına çıkmıştır. O, Çanakkale’de, Tümen Komutanı olarak itilaf devletlerinin Çanakkale’yi boşaltıp geri dönmelerinde etkili olmuştur.
Muş bölgesinde, 16’ncı Kolordu Komutan olarak düşman taarruzlarını durdurmuştur. 1917’de Suriye cephesinde 7’nci ordu komutanıydı. Sina ve Filistin’deki mücadelede o, bir komutan olarak, ümitsiz durumu değerlendirip Şam’a doğru çekilmiştir. Vatan sevgisi ve özgürlük tutkusu ile kurtuluş savaşını başlatmış ve Sakarya meydan muharebesinde, çok geniş bir cephe üzerinde, müstevli düşmanı erite erite yüz geri etmiştir. Mustafa Kemal, Sakarya meydan muharebesi öncesinde tekalifi milliye emri ile ordunun donatılıp, muharebe gücü kazanmasında bütün milletin katkısını sağlamıştır. 23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Meydan muharebesi, taarruz gücü yüksek düşmana karşı yapılmıştır. Cepheyi zayıf kuvvetlerle tutmuş ve kuvvetin çoğunu elinde ihtiyat olarak bulundurmuştur. “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır özdeyişini söylemiştir. Bu zafer düşmanın Anadolu içlerine ilerleme gücünü, azim ve isteğini kırmıştır. Bu zaferden sonra Türkiye büyük millet meclisi 19 Eylül 1921’de yaptığı oturumla Mustafa Kemal’e “mareşallik” rütbesiyle “gazilik” unvanını vermiştir. Sakarya zaferinin kazanılmasından büyük taarruza kadar arada uzunca bir zaman fasılası olmuştur. Afyon-Dumlupınar meydan muharebesi olarak tarihe geçen büyük taarruza hazırlık uzun sürünce mecliste sert tartışmalar meydana gelmiştir. Bunun üzerine Mustafa Kemal, askeri dehasını kanıtlarcasına stratejinin gereği olarak mecliste şöyle konuşmuştur: “ordumuzun kararı taarruzdur. Fakat bu taarruzu geciktiriyoruz. Sebebi bütün hazırlığımızı tamamlamak için biraz daha zaman lâzımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarruz hiç taarruz etmemekten daha çok fenadır.” Mustafa kemal büyük taarruzdan önce türk ordusunun “muharebe gücü” üstünlüğüne ulaşmasını istiyordu. Bu güç mücadele, manevra, ateş, moral ve sevk -idare gibi unsurlardan oluşuyordu ki, bu konuda iç kaynaklarla birlikte dış kaynaklardan da yaralanmak zorundaydı. Büyük taarruzda doğal olarak ilk hedef düşman kuvvetlerinin yok edilmesi olmuştur. Kuvvet çoğunluğu düşmanın güney kanadında teşkil edilmiş ve siklet merkezi prensibinin burada seçilmesi aynı zamanda baskın prensibine de uygun olmuştur. Atatürk, silahlı gücü, zaferi kazanmada başarı ile kullandığını Sakarya’da ve Afyon-Dumlupınar’da kanıtlamıştır. O, kesin sonuç yerinde ve zamanında kuvveti zinde bulundurmayı ve düşmana nerede üstünlük sağlanması gerektiğini maharetle uygulamıştır. Düşman karşısında kuvvet üstünlüğü sağlanıncaya kadar, savunma muharebeleriyle onu yıpratmak bir strateji kuralıdır. Birinci İnönü, İkinci İnönü, Kütahya-Eskişehir muharebeleri bu alanda belli başlı örneklerdir.
Atatürk şöyle der “kesin sonuç daima taarruzla alınır; fakat savunma ile yerine getirilen birçok vazife de vardır. Bu noktada bütün arkadaşlarımın dikkatlerini bir hususa çekmek isterim. Kesin sonuç istenen zamana gelmeden önce, gerçek ve ciddi taarruz zamanından evvel birliklerin savaşma güçlerini azaltmaktan, sayıca noksanlaşmalarına sebep olmaktan kaçınmak gerekir. Bunun için taarruz, savunma ve oyalama muharebesi ve kesin sonuçlu muharebenin şeklini, uygulanacağı zaman ve durumun saptanması hususunda arkadaşların kişisel olarak var olan soğukkanlılıkları korunmalıdır.” Sakarya zaferinden sonra Sovyetler birliği (Kafkas Cumhuriyetleri)-ile 13 Ekim 1921 tarihli Kars antlaşması ve Fransızlarla da 20 ekim 1921 tarihli Ankara anlaşması imzalandı. Bunlar yeni Türk devletinin tanınmasında atılmış adımlardır. Sakarya meydan muharebesinde düşman yenilmiş ancak tam bir imha hareketi büyük taarruz’da gerçekleştirilebilmiştir. Bu zaferden sonra da Lozan Barış Konferansına gidilmişti. Lozan’da askeri stratejinin sonucu alınmış yani siyasal zafer elde edilmiştir. Atatürk’ün, özellikle en büyük sorumluluk taşıdığı Türk istiklal harbi’nde, tüm harp prensiplerini, örneğin hedef, siklet merkezi, manevra ve baskın ilkelerini büyük bir beceri ve uygun bir zamanlama çerçevesinde tam bir başarı ile uyguladığı göze çarpar. Atatürk bir savaşın top yekûn nitelik taşıdığına inanıyordu. Türk istiklal savaşı bunun somut kanıtıdır. Bu savaş bütünüyle milli idi yani Türk ulusuna dayanmaktaydı. Muzaffer Başkomutan olarak İzmir’e girdiği gün, önüne serilen düşman bayrağını, “bayrak bir milletin bağımsızlık alâmetidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!” diyen, Çanakkale’de kendisine karşı savaşırken bir kolunu kaybeden ünlü Fransız generali Gouraud’ya, yıllar sonra Ankara’da karşılaştıkları zaman -generalin boş kolunu. İşaret ederek-: “Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır!”diyen, Çanakkale şehitleri törenine konuşma yapmak üzere giden bir bakanına, harpte ölen diğer millet askerleri için de: “bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz!” diye not yazdıran, büyük bir şahsiyet ve eşsiz bir askerdir. Büyük Atatürk’ün Bin bir güçlükler içinde Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Arabıyla, tatarıyla düşmana karşı kazandığı zaferlerden sonra günümüzde de oynanan sinsi oyunları ve düşmanları Harputlu milli destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun ibret olabilecek şu dizeleri gayet açık izah etmektedir: Seni özünden vuran düşman kimmiş dünkü? Göreceksin ki yine aynı düşman bugünkü. Ey büyük Atatürk! Bıraktığın emanet dimdik ayaktadır. Onu hain emellerden korumak ve sonsuza kadar Türkiye Cumhuriyetinin en son neferi kalıncaya kadar yaşatmak onurumuzdur. Ruhun şad olsun”.
DEVLET ADAMI OLARAK ATATÜRK
EKO İnşaat İlköğretim Okulu Türkçe Öğretmeni Hatice Ergan devlete adamı olarak Atatürk konulu konuşmasında, “Atatürk, Millî Mücadele’de millî birliği temin eden eşsiz bir lider, muharebe meydanlarında efsanevî bir kumandan, devlet kuran büyük siyaset adamı; milletin çehresini değiştiren kudretli bir inkılâpçıdır. Bu vasıflarıyla, insanlık tarihinin tanıdığı en büyük adamlardan biri olduğunda şüphe yoktur, Kahramanlık ve yüksek insanlık meziyetlerini en yüksek seviyede taşıdığında dünya tarihçileri ve fikir adamları tereddütsüz birleşmektedir. Tarihin tanıdığı büyük şahsiyetlerle mukayesesi yapıldığı zaman türlü bakımlardan bariz üstünlükleri göze çarpmaktadır. Bir kere bütün bu dehalara üstün tarafı, hem fikir hem hareket adamı oluşudur, O, fikri ve hareketi kişiliğinde birleştirmiş bir lider idi, Fikir ve düşüncelerinin özünü oluşturan Atatürkçülük, her türlü dogmatik unsurdan sıyrılmış akılcı bir dünya görüşüdür. Memleket gerçeklerinden kaynaklanan, problemler karşısında aklın ve ilmin rehberliğini kabul eden bu gerçekçi görüş, gerek Türk Bağımsızlık Savaşı’nın gerekse onu izleyen Türk çağdaşlaşma hareketinin esasini oluşturmaktadır.
Atatürk gerçeğin adamıdır; sağduyunun ve ince görüşün adamıdır. Nerde ne yaptı, neye karar verdi ise daima en iyisini yapmış, en hayırlısına karar vermiştir. Halkın eğilimlerini çok iyi sezen ve ruhlara sızmasını bilen usta inkılâpçılığı sayesindedir ki müşterek arzu ve eğilimler kolayca millî ülkü hafine gelebilmiştir. Giriştiği mücadelenin başından sonuna kadar Türk milletinin yüksek vasıflarına güvenmiş. Kazanılan her türlü zaferin milletin eseri olduğunu söylemiştir. Bütün teşebbüslerinde millet sevgisine dayanmış, kudretli kişiliği ve gerçeği sezişe dayanan ikna kuvvetiyle kitleleri sürükleyebilecek bir lider olduğunu göstermiştir. Millî kurtuluşa bayrak olan fikirleri, görüşleri ve ölmez eseriyle, tesirleri memleket sınırlarını aşmış, mazlum milletlerin bağımsızlık ve hürriyet mücadelesinde manevî kuvvet olmuştur, Atatürk yaratıcısı, yapıcısı olduğu “Türk İnkılâbını ifade ederken: “Bu inkılâp, yüksek bir insani ülkü ile birleşmiş vatanperverlik eseridir. Çocuklarına bütün güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve aynı zamanda bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektedir” diyordu. Kendisi de yarattığı inkılâbın imanlı bir yapıcısı sıfatıyla bütün dünyaya açık yürekle, samimiyetle ve dostlukla bakıyordu. Gerçekten, “Ne Mutlu Türküm diyene!” vecizesiyle kalplere millî iman perçinleyen Atatürk, aynı zamanda insanlık idealinin ve insan sevgisinin de sembolü idi. Yabancıların, “Düşmanlarınız kimlerdir?” sorusuna, “Biz kimsenin düşmanı değiliz; yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız!” cevabını veriyordu. İşte bu insancıl yönü iledir ki tamamen millî nitelik taşıyan “Atatürk İnkılâbı” aynı zamanda bütün insanlığın hayranlığını da üzerinde toplamaktadır”.
İmam Hatip Lisesi Müdürlü tarafından hazırlanan Atatürk’ün 10. Yıl Nutku kendi sesinden okunduktan sonra, Atatürk’ten hatıralar ile ilgili konuşmayı da EKO İnşaat İlköğretim Okulu Türkçe Öğretmeni Yıldırım Yıldız yaptı.
Atatürk Oratoryosu gösterisinden sonra Mustafa Kemal Atatürk’ü Anma töreni sona erdi.
Muşun Sesi Gazetesi