Edebiyatta Muş

Tabii güzellikleri ve köklü tarihine rağmen Muş’un edebiyatta yeterince işlendiği söylenemez. Cumhuriyet Dönemi’nde Muş ve çevresine görevle giden yazarlar ile Muş kökenli edebiyatçılar ve halk ozanları, eserlerinde Muş’tan söz etmişlerdir.

Muş’u şiirlerinde işleyen başlıca ünlü şairler Ceyhun Atıf Kansu, Sennur Sezer, Tahsin Saraç, İsmet Özel ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır. Muş kökenli şairlerin başlıcaları ise Burhan Garip Şavh, Nihat Aktaş, M. Salih San, H. Şükrü Bulakçıbaşı ve Nurettin Yıldırak (Prof. Dr.)’tır.Ceyhun Atıf Kansu, “Anadolu” adlı şiirinin ilk bölümü olan “Muş Ovası’nda, Muş’un köklü tarihi kimliğiyle bu gününü iç ice anlatır. Anadolu’nun kapısı, gökyüzüne ve bereketin kardeş ovasına açılan Selçuklu atlarıyla yaşama umuduna bir halkın yüzlerce yıl sonra bir gün geçersen bak bakalım ne kalmış o şevkten Muş Ovası’nda toprak evlerde O sağlam buğdayın sevinci var mı?

Bak bakalım doyuyorlar mı? Sennur Sezer, 1966 Varto Depremi’nden sonra yazdığı “Kara Türkü II” adlı şiirinin bir bölümünde Vartolular’ın acısını paylaşır.

Yolumuz yokuş, gel gel varılmaz

Anlaşılmaz dilimiz-kaba

Küflenir acılarımız

Elinize değmeyen ekmeklerce

Dağ-taş

Tahsin Saraç, çeşitli kitaplarında memleketini dile getirir. “Direnmeler adlı kitabında, “Yalın Acı” şiirinde Muş’tan ayrılışın hüznünü anlatır. “Sıcak Anılı Öykü” adlı şiirinde özlediği Muş’u ayrıldığı kadınla aynılaştırır. “Güneş Kavgası” adlı kitabının “Son Mavi Kuş” adlı şiirinde de doğduğu memlekete neden dönemediğini anlatmaya çalışır.

Tahsin Saraç’ın “Sıcak Anılı Öykü” adlı şiiri şöyle: Ve şimdi bana bir tarçın tadındadır artık anım şu yaban yitikliğinde Muş’un kara buz akşamlarında kışın morarmış çocuk ellerinde içilen bir sıcak çay, bir tarçın.

İsmet Özet, “Muş’ta Bir Güz İçin “Prelüdler” adlı sekiz bölümlü şiirinde, Muş’u bir mahpusun bakış açısıyla anlatır. Bu şiirin, güzün ve çekilen acıların sona erişini tasvir eden sekizinci bölümü şöyle:

Kirpiklerinin ucundaki bulutlar

Muş’ta güzün artık son kelimeleridir

Yüzümde serin soluğunu duyuyorum

dünyalı meleklerin

Kar düşmeye başladığı tepelerimize

Beyaz bir şiir için artık

Tüfeğimi doğrultuyorum.

Fazıl Hüsnü Dağlarca, Malazgirt Savaşının 900. yıldönümü dolayısıyla yazdığı “Malazgirt Ululaması” adlı şiirinde Muş’un köklü tarihi ile tabiatını iç içe işler. Bu şiirin, “Murat Suyu” adlı bölümünde Anadolu’nun Türkler için bir anayurt olduğunu dile getirir:

Murat suyu bakar yükselen al ovaya

Kımıldar içinde uzak bir duyu

Maviliğinden atar artık kurtulur kurtulmaz korkuyu.

Üzerine gecenin yansıması düşse de

Yaprakların gölgesini yaşar, değişmez huyu

Çeker suyunu en yeni köylerden

Yeni evlenmiş bir çiftçinin açtığı kuyu

Bu topraklardır işte ne güzel,

Ötelerden gelmiş sürülerin doyduğu.

Daha da dağ akar

Selçuk atlan içtiğinden beri Murat suyu

Burhan Gaip Şavh, “Muş’un Kaderi” adlı şiirinde, Muş’un trajedisini dile getirir:

Havası hoş

Suları serin,

Bir şehir var uzaklarda,

Ellerinde kaderin

Gün görmüş Haçeş’lerin,

Yeşil beyaz bir madalya gibi,

Birlenir var uzaklarda,

Dağların kalbi,

Derdi var a dostlar.

Çekilmez derdi o diyarın,

Giden gelmiyor derler,

Bu ne iştir ikide birde,

Bir başka hal var o şehirde,

Bir başka kader var havasında,

Hep yanık türkülerle geçer ömür,

Dağında yaylasında ovasında,

Yollar boyunca bozuk düzen,

Bir bitmeyen çile var yollar boyu İnsanları var o diyarın, Mütevekkil,

Yeşili yeşil, günü gün değil,

Nice ocaklar yıktı bu dert.

Bilmem ki bu yol nereye vant,

Olurmu böylesine mevsim,

Havada bulut yok bu ne dumandır

Nihat Aktaş, “Muş’um” adlı şiirinde memleketinin maddi ve manevi güzelliklerini halk ozanlarının deyişiyle anlatır:

Buzlar çözülüyor ırmaklarından, Kalkmış uykusundan gerinir Muş’un Kan baruttur kokan sokaklarından Senin için canlar verilir Muş’um, doğusunda Bitlis gölge eylemez, Karasu Murad’ı kimse eylemez, Aşıkları yanar yanar söylemez, Sende bir başka his belirir Muş’um Eteğinde kuzuların meleşir, Çar çayı Karasu’yla birleşir, Kerem, Aslı için burada dolaşır, Yolunda aşıklar devrilir Muş’um. Ak bağrını sapanımla sürmezsem, Alparslan’ı, Malazgirt’i bilmezsem, Her baharda gelir seni görmezsem, İnan ki Nihat’ın delirir Muş’um

M. Salih San, “Muş’un Kurtuluşu’ adlı şiirinde Muş halkının işgale karşı direnişini destanlaştırır. “Muş” adlı şiirinde ise memleketinin geri kalmışlık tan bir gün mutlaka kurtulacağına inancını dile getirir. Ovası kadar engin sabırlı Haçreş’leri kadar yüksek onurlu, Dik başlı açık sözlü, temiz kalplidir Muşlu.

Nasıl esir edilirdi?..

Bihaber, zalim, ezeli düşman,
Kahraman Türk Muşlu’ya azıcık aman
Gelin, gelinliklerini,
Güvey, güveyliklerini,

İhtiyar, asasını aldı o zaman
Hasta yatağından kalktı,
Kaşını çattı,
İntikam hırsıyla,

Düşmana son bir defa da olsa,
Ders vermek amacıyla,
Ele geçirdiği tüfeğini, satırını, değneğini,
Kesici ve vurucu nesi varsa aldı,

Kendini Muş gönüllüleri arasına kattı
Vurdu… Vuruldu..
Aziz toprağına kanını akıttı
Fakat koymadın, güzel Muş’um düşman elinde.

Gencinin, ihtiyarının hançer belinde tüfek elinde,
Girdi, ata yadigarı şirin Muş’una
Mağrur düşman, az zamanda dönmüştü tavus kuşuna, Ne çıkar…
Vatan kurtulmuş, Muş kurtulmuş, zaman her çağda Türk böyle yapmış.

Muş’ta erkek giyim-kuşamı sadedir “Şal” geleneksel erkek giyiminin en önemli unsurudur. Pantolonun yerini tutan “şal”, bol paçalıdır, Geniştir, şalvarı andırır. Gömlek yerine giyinen renkli ve yakasız “işlik”, “şal” gibi geleneksel erkek giyiminin bir diğer önemli unsurudur. Bele kalınca dokunmuş kuşaklar dolanır.

İşlik, pantolon ve çizme, gençlerin tipik giyim-kuşamıdır. Orta yaşlılarsa, lacivert kumaştan bol paçalı pantolon. Yırtmaçlı ceket ve yelekten oluşan takım elbiseleri tercih ederler.

Kış aylarında ak yün çoraplar giyilir. Başlıca erkek ayakkabıları iskarpin, kaloş potin, “rogan” kundura ve “şippik” (talik), kışları da mest-lastik türü ayakkabılara rastlanır.

Altın ya da gümüşten büyük köstek saat, başlıca erkek takısıdır. Köylerdeki erkek giyim kuşamı, kadın giyim kuşamına benzer biçimde geleneksel özellikler gösterir. “Şal-şepik” denen elbiseler yaygındır. Gömlek yerine yakasız, renkli işlik, pantolon yerine bol paçalı “şal” ya da büzmeli, bol, ayak bileklerine kadar uzanan “tuman” denen bir tür kilot giyerler. “Agal” denen renkli pusular başlık olarak kullanılır. Kış aylarında tiftik başlıklar ve desenli çoraplar

Savaşta doğmuş, savaşta büyümüş, Vatan toprağını kendine mezar yapmış,
Fakat yurt kurtulmuş, Otuzdokuz yıl evvel mayısın on dördünde, yıl 1917
Alparslan’ın armağanı, Doğu’nun incisi Muş.

İşte, böyle savaşarak istiladan kurtulmuş.

Kızlar gelinliklerini, Erkekler yeni elbiselerini giymiş, O gün Muş, bir bayram günü yaşamış.

Ölenlerin ruhu şad, Güzel Muş, abat olmuş * * *

Benim güzel memleketim, Şirin yurdum Muş. Uzun zaman görmedin seni, Hasretim yüzüne.

Gördüğümde tanıyamadım doğrusu, İnanamadım gözüme. Adeta,

Gençleşmişsin, Güzelleşmişsin. Yolun yokuştur derlerdi, Şimdi düz olmuş. Üstüne gün doğmuş, içine ümit doğmuş. Ovan altın, Yüzün ışıl ışıl…

Lokomotif sesi duymazdı kulağın, Şimdi türküler söylüyor sana, demir yolların.

Kış-yaz açık olmuş yolun, Hamdolsun. İyi gelmiş oluyor sonun. Ovamda fabrika bacaları görmek istiyor gözüm. İki gözüm,

Kulaklarım da işitmek istiyor, Geriliğin tıkanan sesini. İleri,

Durmadan ileri, DEMOKRASİ dediğin budur. Hemşerim, Asla dönmeyeceğiz geri.

M. Şükrü Bulakçıbaşı, hece vezniyle yazdığı “Muş” adlı şiirinde, Muşu tasvir eder ve Şehrine olan sevgisini anlatır.

Muş’un etrafında dağlar yüksek
Ölmeden Kurtik’i bir daha görsek,
Kızıl Ziyaret’te soğuk su içsek,
Şerefettin’de peynir yesek ne olur.

Dağlardan inip te geldim şehre,
Ovasında yolum varır nehre,
Karasu, Murat hayat verir şehre
Irmağına kurban olsak ne çıkar.

Kale mahallesi şehirden yüksek,
Ölmeden parkında bir daha gezsek,
Ramazanda topun sesini duysak,
Atasına kurban olsak ne çıkar.

Muratpaşa mahallesinde sürüler,
Köpekleri sürülerle yürürler,
Kantere’den oduncular gelirler,
Karnê’sine kurban olsak ne çıkar.

Dere Mahallesi’nde Çar çayı akar
Güzeller burada çamaşır yıkar,
Bir gün olur heyelan burayı yıkar,

Milletine kurban olsak ne çıkar.

Diğer mahalleleri, Kültür, Minare,
Unutulanları atın kenara,
Burada vardı cami minare,
Camisine kurban olsak ne çıkar.

Davuluyla, zurnasıyla, sazıyla,
Oyun oynar erkeğiyle, kızıyla
Hüner yapar cilvesiyle, nazıyla,
Folklörüne kurban olsak ne çıkar.

Koçeri’den, Zeyne’sine oynar oyunu,
Gösterirler kadınları erkekleri boyunu,
Sen YEMEN’e sor Muşlu’nun soyunu,
Ecdadına kurban olsak ne çıkar.

Prof. Dr. Nurettin Yıldırak, “Burası Muş’tur” adlı şiirinde, Muş’un trajik kaderini dile getirir:

Havada bulut yok, yerde kar,
Bin yıldır bekledik gelmedi bahar,
Kentin üstüne dökülen keder,
Bin yıl önceki hüzünle bakar.

Sonbaharda havaya çöker duman,
Kuşanır beyaz giysileri tüm sıradağlar,
Yiğit bekçileri gibi bu yörelerin,
Kuşa kurda vermezler aman.

Baharda kımıldar toprak, yeşerir meşe,
İpince dereleri süsler menekşe,
Sarmaşık canlanır, güller pür neşe,
Yürekte bir tutku kardeşe, eşe.

Bir özlem, bir sevgi, bir aşk ateşi,
Anamdan, babamdan, eşimden yüce
Yaban ellere terkedilen Muş,
Yüreğim sana yönelir bekler güneşi

Muşlu halk ozanlarına antolojilerde pek rastlanmamaktadır. Hayatını Muş’ta sürdürmüş Bitlisli Müştak Baba, Giresun’un Bildor Köyü’nden olup Malazgirt’in Balkaya Köyü’ne yerleşen Hacı İbrahim Ejder ile Aşık Kerem, Muş ve çevresinin halk şiirini etkilemiş olan ozanlardır. Muş, asıl “Havada Bulut Yok” adlı Yemen Ağıtı ile ölümsüzleşmiştir. Anonim olan bu ağıtın sözlerinde, Muş halkının değme şairlere taş çıkaran duyarlılığı zirveye çıkmıştır.

Aşık Kerem: Muş ve çevresinde en sevilen aşıktır. Aşık Kerem, ‘Aslı’nın dolaştığı yerleri gezip bir ağaç gölgesine oturarak seyrettiği Muş Ovası’nı şöyle dile getirir:

Açıldı lâleler güller
Güzel gider Muş Ovası
Güzeller kol kola vermiş
Akar gider Muş Ovası

Karasu akar boyunca
Murat suyu gider ince
Dolaşır gider boyunca
Şen olası Muş Ovası

Yaz gelince çayır çimen
Güz gelince çöker duman
Aşıkları eder figan
Yanar gider Muş Ovası

Muş Ovası Muş Ovası
Garip aşıklar yuvası
Edebiyatın Diğer Dallarında Muş

Katip Çelebi, “Cihannuma” adi; seyahatnamesinde Muş’u şöyle anlatır:

Cennete dönmüş bu ağaçlık yerle,
Eteklerinden akan sularsa kevser gibi,
Şenlendirir gönülleri, sükûnet! ve güzel kokusuyla,
Ve yıkanır toprakları bu kirden, dertlerden,

Her sene yeşerir Seyhanlar, o ürünü yerlerde,
Ve her yer nazlı, her yer güzel,
Kuşların otlağıdır o ülke
Dost olmuş orada aslanlarla kuşlar
Sarı sularla yıkanmış sanki topraklan
Zaferine boyanmış, o topraklar sanki

Halil Aytekin, “Doğu’da Kıtlık Var adlı seyahat, inceleme ve röportaj Kitabında, Doğu Anadolu’nun yapısın! aktarır. Bu kitabın “İşte Doğu” acı seyahat notunda Muş istasyonunda şahit olduğu bir olayı anlatırken Doğu’nun şeyhlik düzenine ve yöre halkının bilinç düzeyine temas eder. Muhtar Körükçü, “Teber Oğlu Ömer” adlı hikayesinde Muş’un katlı tabiatının yol açtığı acı bir olayı anlatır. Firuzan, “Münip Bey’in Günlüğü” adlı hikayesinde, İstanbullu bir memurun hatıra defterinden Muş’un monoton kış günlerini dile getirir. Mustafa Balel, ise “Horozlu Ayna’ adlı hikayesinde dayı-yeğen iki Muşluyu anlatır.